Aldo Van Eyck & Playgrounds
1947 yılında, mimar Aldo van Eyck ilk çocuk oyun alanını Amsterdam’da, Bertelmanplein’da yaptı. Tüm bir kuşağın çocukluğunu (olumlu olarak) etkileyen bu mekânsal deney kapsamında daha yüzlercesi inşa edildi. Bugün çoğunlukla yok olmuş, dağılmış ya da unutulmuş olsa da, bu oyun alanları önemli bir zamanda ortaya konulan en sembolik mimari müdahalelerden birini temsil eder: mekânın yukarıdan aşağıya modernist işlevselci mimarlar tarafından tasarlandığı bir noktadan, harfi harfine hayal gücüne yer veren tabandan yukarı gelişen bir mimari yaklaşımı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra Hollanda kentleri terk edilmiş durumdaydı. Konut stoğu hem nicelik hem de nitelik açısından yeterli değildi. İşlemeyen bir altyapıyla birleşince, plancılar acil bir durumla karşı karşıya kalmış oldular. Üstüne üstlük, bu harap olmuş kentsel bağlam yakında savaş sonrası yoğun çocuk doğumuyla karşı karşıya gelecekti, ancak çocuklar için mevcut bir mekân yoktu – ne konutun içinde ne de dışında. Kentte bazı oyun alanları vardı var olmasına, ancak hepsi özel mülktü ve şanslı bir azınlığa yönelik olarak üyelik usûlüyle çalışıyordu. Başta kullanılmayan arsalar üzerine kurulan Van Eyck’ın oyun alanları bir acil önlem olarak görülebilir, ancak ihtiyaç halinde ortaya konulan yaratıcı bir çözümden öte bir öneme sahiptirler.
İşlevselci Kent
Hollanda’daki savaş-sonrası kentsel planlama, temelde CIAM (Uluslararası Modern Mimarlık Kongreleri) etrafında toplanmış modernist hareketin savaş-öncesi ideallerinin aceleye getirilmiş ve daraltılmış uygulamalarıydı. CIAM, Le Corbusier, Giedion ve Gropius gibi modernist mimarların çalışmalarıyla özdeşleşmişti. Amsterdam’da, uzun süredir CIAM’ın başkanlığını yapan Cornelis van Eesteren 1934 tarihli Genel Büyüme Planı’nı (Algemeen Uitbreidingsplan – AUP) uygulamaktaydı. Bu, demografik gelişmeler ve ulaşım gelişmeleri konusunda detaylı istatistiksel tahminlere yer verilen ilk modern kentsel master planlardan biriydi. Plan, işlevsel ayrışmayı, yani barınma, çalışma, trafik ve dinlence alanlarının işlev bakımından ayrıldığı ve birlikte planlandığı bir yaklaşımı temel almaktaydı. 1950’lerde Buitenveldert ve Westelijke Tuinsteden gibi yeni savaş-sonrası yerleşkelerinin büyük ölçekli konstrüksiyonunun temel önermesi buydu ve sonradan bol miktarda ışık, hava, yeşillik ve monotonluk içeren ünlü açık konut bloklarının yapılmasıyla sonuçlanmıştı.
Ancak işlevsel ayrışma gündemi aynı zamanda Amsterdam’ın ekonomik merkezinin (CBD) daha da büyümesiyle ve eski kentin trafiğe “açılmasıyla” sonuçlandı. 1960’larda, araç trafiğinin aşırı artışı sonucu kent tıkandığında ve kentsel plancılar eski kent dokusunu katetmek için metro hatları ve otobanlar içeren öneriler getirdiklerinde bu vizyon radikalleşmeye başladı. Gündemde olan, Amsterdam’ın Jordaan, Nieuwmarkt, Oostelijke Eilanden, Weesperbuurt ve Pijp gibi popüler ve metruk 19. yüzyıl semtlerinin oluşturduğu ringi baştan yaratmaktı.Bu tür bir toptan kentsel modernleşme dalgası, 19. yüzyıl Hausmann prensiplerini 20. yüzyıl Amsterdam’ına uygulayacaktı. Tıpkı, Robert Moses’ın New York’ta parklara ve geçitlere yer açabilmek için her şeyi ‘kesip biçtiği’ gibi. Ancak Hollandalı plancılar asla bu kadar ileriye gitmediler. Çok geçmeden, süreci etkili bir şekilde baltalayan ve sonunda ‘kentsel buldozer’denilen şeyi yenilgiye uğratan büyük bir protesto hareketiyle karşılaştılar. Bundan sonra yaşanan sürecin tanımlanmasında Aldo van Eyck’ın önemli rolü olacaktı.
Oyun alanlarının farklı unsurları geçmişle belirli bir kopuşu temsil ediyordu. Her şeyden önce, oyun alanları farklı bir mekân kavramı öneriyordu. Van Eyck, kullanıcıların (çocukların) hayal gücünü uyarabilmek için ekipmanları bilinçli olarak minimalist bir çizgide tasarlamıştı. Burada amaç, ekipmanların yoruma açık olmaları sayesinde çocukların mekânı kendilerine mal edebilmeleriydi. İkinci olarak, oyun alanlarının modüler karakterinden söz edilebilir. Temel elemanlar –kum havuzları, parende çubukları, atlama taşları, kaydıraklar ve yarımküresel tırmanma oyuncağı– yerel çevrenin ihtiyaçlarına bağlı olarak, çok-merkezli kompozisyonlar içinde sonsuz çeşitlemelerle biraraya gelebiliyordu. Üçüncü özellik, kentsel çevreyle olan ilişkiydi: oyun alanlarının “arada” veya “arayer” doğası. Oyun alanlarının tasarımı çevredeki kentsel dokuyla etkileşimi amaçlıyordu. Bu “arada olma” halinin geçici karakteri, “arada” karakterin bir parçasıydı ve bu yaklaşım, tasarımların kendi otonomisinin olduğu ve soyut bilgi ile istatistiklere dayandığı modernizmin tabula rasa yaklaşımının yerine artırımlı bir adaptasyon yoluyla mekânı tekrar yaratmayı amaçlıyordu. Elbette boş arsa kullanımı da taktik bir çözümdü. Kent Gelişim Departmanı’nın Şantiye Hazırlığı Servisi, yerel iştiraklerle işbirliği halinde her semte kendi oyun alanını kazandırmak istediğinden, genellikle boş, terk edilmiş arsalara yerleştirilmeleri gerekiyordu.
Mekânın nasıl özelleştirileceğine yönelik vurgu, Giedion’ın Space, Time and Architecture isimli kitabında formüle ettiği şekliyle mekânın modernist yorumuna taban tabana zıttı. Bu eserinde Giedion, modernist mimarlığın özünün zaman ve mekânı birleştirerek hareket deneyiminin yaratılması olduğunu belirtir.Van Eyck’ın düşünceleri ise tümüyle farklı bir yapıya sahipti: “Zaman ve mekân ne anlama gelirse gelsin, yer ve durum daha fazla şey ifade eder. Çünkü insanın gözünde mekân yere, zaman da duruma tekabül etmektedir”. Ortaya atılan soru, hareketin bilinmeyen bir anlayışa öykünmesi, modernlik deneyiminin arketipik köksüzlüğü değil,tam tersiydi: insanlar mekânı nasıl kendilerine ait kılarak öznel bir “mekÂn duygusu” yaratırlar? Kitlesel rasyonelleşme makinası olan kentte insan kendini nasıl evinde gibi hissedebilir? Geçici oyun alanlarında “yer” ile “durum” birleşmiş haldeydi.
Reacties
Een reactie posten